Kaptır Gitsin

  • İki mehtap arasında

    Her aşk bulunduğu kalbin şeklini alır. Toprak kokusu değince o rüyaya Aşk çözülür Geriye rüyalar kalır....

  • Sevdaya dair...

    Sevdalar kaybeder ,sevdalar kazanırız;ama çoğu zaman kazandığımız sevdalar kaybettiklerimizin bir değişik versiyonudur.Sevdalarımızın kıymetini bilemiyiz.Oysaki sevdalının en kıymetli şeyidir dertleri. Kendimizi affetmeyeceğimiz işler yaparız...

  • Gizli Kırmızı Kapaklı Defter Sakın Konuşma

    İki elim başımın arasında önümde hesap soruyor kırmızı defter Hayat artıklarını hapsetmişim üzerine umursamadan Çılgınkaplanlar üzerine korkmadan ...

Blog Hakkında

Belirli bir konusu olmayıp değişik mevzularda içerik barındıran bu blog bir kaç kafadarın aklına estiği gibi yazılar yayımladığı kollektif bir blogtur.Yazdığımız yazıları beğendiyseniz Facebook,Twitter,FriendFeed gibi sosyal ağlarda paylaşabilirsiniz hatta yazılardan alıntı yapabilir tümünü kendi blog'unuz da kullanabilirsiniz tam olarak söylemek gerekirse resimleri de, yazıları da istediğiniz gibi paylaşabilirsiniz bu bizi sevindirir fakat yazıların altın da blog'umuza bir link verirseniz bu bizi daha da çok mutlu eder.
Ayrıca bütün hakları Coca Colanın formülünün yanında saklanmıştır kimse bulamaz.


Yüzüklerin Efendisi ve Felsefe

0 yorum

yuzuklerin-efendisi-1

"Yüzüklerin efendisini seyrettiğimde ilk önce bilge büyücülerin, cücelerin, vahşi devlerin ve korkunç hilkat garibesi yaratıkların yaşadığı o masalsı ve sihirli dünyası beni cezbetti. bununda ötesinde bu büyülü ve fantastik dünyanın arkasına gizlenmiş alegorik anlamları görmemek biraz felsefe okuyan birinin görmemesi ve buna duyarsız kalma imkansızdı. karakterleriyle bize hayatın değişik katmanlarını gösteren hikayesiyle insanoğlunun yeryüzünde varolduğu sürece yaşadığı trajedisini anlatan fantastik bir filmdi. filmi seyrttikten sonra hemen ilk John Ronald Reuel Tolkien’in  kitabına göz atma fırsatı buldum. Kitabın ön sözünden vakti zamnında romanın işaret ettiği allegorik anlamlar üzerine tartışmalar yapıldığını ve yazarın bu konu hakkındaki olumsuz düşüncelerini öğrendim. yazarın kitabı yazarken herhangibir allegorik anlam gözetmeden yazdığını ve allegorinin her türlüsünden nefret ettiğini öğrenmek bende ilk önce bir hayalkırıklığı yaratsada daha sonra bunun tamda böyle olması gerektiği kanaatine vardım.
çünkü peri masalları ,efsaneler, mitolojik hikayeler gibi bu fantastik hikayede kollektif bilinçdışının bir yansımasıydı..”

Aslında filmi izlemiyeniniz yoktur filimde anlatılan çok basit bir hikaye var fakat yazımında konusu olan bu basit hikayeye bindirilen felsefi birde yaklaşım bulunuyor bu felsefi yaklaşım nedir derseniz lise yıllarında biraz felsefe okuyanların bile çok rahatlıkla hatırlıyabilecekleri Platonun Güç kuramı “Platon derki elinizde sınırsız bir güç olsaydı hedeflerinize ulaşmak için bu gücü kullanmak ne kadar doğru  ve etik olurdu “. Aslında  bu filimde de anlatılan tam olarak bu  parmağınıza takınca sınırsız güçlere sahip olduğunuz bir yüzük gollum[1]var hedeflerinize ulaşmak için bu yüzüğün güçlerinden yaralanmaya başladığınızda zamanlada bu gücün esiri oluyor ve Golum gibi bir ucubeye dönüşüyorsunuz..

Yüzüklerin Efendisindeki fantastik kahramanlara bakdığımızda John Ronald Reuel Tolkien aslında hepsine erdemin bir sıfatını yüklemiştir....

imagesGandalf  Burada bilgeliği temsil ederimages (1)

       Bu yazı Tamalanmadı Deneme yazım ..

[Yazının Devamı...]

Padişahım çok yaşa

2 yorum
Sanırım yazı başlığındanda  anlıyacağınız gibi devamınında Muhteşem Yüzyılla  ilgili olduğunu hemen anlamışsınızdır.

Dizinin yayına girmesiyle birlikte tüm kanallarda bir tartışmadır almış gidiyor. Hatta bir çok blogtada bu konu hakkında yazılıp çizildi eleştirenlerde oldu ya abartmayın bu sadece bir dizi diyenlerde.

Bu dizinin bu kadar eleştirilmesi bence çok normal bu bilinmeyen ve yanlış öğretilen tarih yüzünden.

Bize orta okulda kazandığımız savaşlarda bizimkilerin 10.000 kişiyken karşı tarafın 100.000 olduğu, kaybettiğimiz savaşların da rüzgarın karşı taraftan esmesi yüzünden talihsizlik olduğu,Fatih'in, İstanbul'u aldıktan sonra yağmaya izin vermediği gibi abartılı ve gerçek olmayan bilgilerle Tarih öğretildi.

Tarih biraz objektif olarak anlatılıp, savaşların başarısız padihşahlar veya beceriksiz komutanlar yüzünden kaybedildiği, Fatihin 3 gün boyunca kapıda bekleyerek yağmanın bitmesini beklemek zorunda kaldığını, bununda o dömende normal olduğu yani savaşa giden askerlerin Fatihin kara kaşı kara gözü çin değilde ganimet için gittiği ve bunun da çok doğal bişe olduğu utanmamız gerekmediği öğretilseydi  sanırım bu dizide bu kadar eleştirilmeyip sadece fantastik bir dünyanın ürünü olarak kabul edilecekti.

Dizide eleştirilen diğer bir konuda sadece haremin ele alındığı , gerçeklerin yansıtılmadığı şeklindeydi.

 Ya şimdi biri kalkar alın size gerçekler derde Kafamıza sokulan insan üstü varlıklar olarak gösterilen, erdemli  Padişahlarında  içinde  eşcinsel  ve şehvet düşkününden tutunda gece gündüz sarhoş gezeni, emfiye bağımlığı yüzünde kulelerde yanlızlıktan öleni vardı derse ne olur ?

 varın orasınıda siz düşünün.
[Yazının Devamı...]

Elçi(sır bekçileri)

3 yorum

images Hassan Sabbah yalçın bir dağın tepesinde ki kartal yuvası bir kalede oturuyor Alamut kalesin de kırallıkları deviren adelet dağıtan dehşet saçan bir adam.

O zamanın Selçuklu Sultanı Selehattin,Hassan Sabah’ın peşine kelle avcılarını göndermiş, Hassan Sabbah’ın kellesini istemiş. Gel zaman git zaman Hassan Sabbah’ın elçisi saraya Sultan Selehattin’e  gitmiş Elçi sultanın karşısına gelince , Sultana bir lafımız olacak demiş, Sultan da buyur söyle demiş. Elçi bakmış şöyle bu kalabalık’ta olmaz bunları gönder , Sultan kalabalığı göndermiş, elçi parmağını uzatarak bu korumalar da gitsin lafım sana demiş.

Sultan iyice merak etmiş,korumalarıda göndermiş o zaman elçi Sultanın yanındaki iki kölemen korumaya bakmış onlarıda gönder demiş,Sultan onları göndermem onlar benim oğullarım en çok onlara güvenirim, biz üçümüz bir kişiyiz demiş.Hadi söyle yahut ta git.

O zaman elçi o iki kölemen korumaya dönmüş ve size kılıçlarınızı çekin ve hükümdara kıyın desem ne yaparsınız ? İki kölemen koruma tereddüt bile etmemiş emrin olur demiş, bunun üzerine elçi arkasına bile bakmadan çekip gitmiş.

Sultan Selehattin,Hasan Sabbah’ın gönderdiği mesajı çok iyi anlamış , ertesi gün Hassan Sabbah’ın  peşine gönderdiği kelle avcılarını geri çağırtmış.

 

Hasan Sabbah, tarihte ve günümüzde eşi benzeri olmayan bir örgütğn lideridir. Hasan Sabbah’ın, kurduğu örgüt ile dönemin sultan ve vezirlerinin yanına yerleştirdiği fedaileri ile yıllarca zalimlerin, saltanat sahiplerinin korkulu rüyası olmuştur.

Merkezleri, yüksek bir kayalığın tepesinde kurulu olan Alamut Kalesi'ydi. Misafirleri(genel olarak düşmaları) Alamut Kalesi'ne gittiklerinde Hasan Sabbah onları etkilemek ve müritlerinin kararlılığını göstermek için kalenin yukarısında duran müritlerinden üçüne işaret ederek aşağıya atlamalarını istermiş Hassan Sabbah’a ölümüne bağlı olan bu fedailer hiç tereddüt göstermeden atlayınca misafirleri bu olaydan oldukça etkilenirlermiş.

İngilizce de ki Assassin's yani suikastçiler terimini bu örgütten almıştır.

Ayrıca bu rivayet Assassin's Creed adlı video oyununa konu olmuştur.

Bugün dahi onlarca kişi Hasan Sabbah’ın yaptıklarını hayranlık, şaşkınlık ve gıpta ile değerlendirmekteler. Hasan Sabbah’a olmadık iftiralar, hakaretler ve yakıştırmalar yapıldı. Öyle ki, Hasan Sabbah taraftarlarına afyon içenler anlamında haşhaşiler denildi. Oysaki onlara “Assasin” deniliyordu. Assasin kavramının türkçe karşılığı “bekçiler, sır bekçileri”dir. Onlar hiç bir zaman dünya malına olan düşkünlüklerinden, insanın inandığı değerler için yapmayacağı şey olmadığını bilmediler. Onlar için, değerleri için, inancı için yaşamını dahi feda etmek, insanın yapacağı bir iş değildi. Günümüzde dahi, Hasan Sabbah ve taraftarları için en ahlâk dışı iftiralar yapılmaktadır.

Onlara göre Hasan Sabbah, fedailerini sahte cennet vaadiyle kandırıp, onları uyuşturucuya alıştırıp, eylemlere gönderiyormuş. Ne yazık ki, bir çok  insan dahi bu yalanlara inanmaktadır. Oysaki gerçekler çok daha farklıdır. Gerçekte Hasan Sabbah, kötülüklere, haksızlıklara karşı gelmiş ve öğrencilerini de bu doğrultuda eğitmiştir. Onlara asla ve asla haksızlığa boyun eğmemelerini öğütlemiştir. Bu uğurda gerekirse yaşamlarını ortaya koymalarını öğütlemiştir.

Hasan Sabbah’ı izleyen öğrencileri, yer yer fedai eylemler geliştirip, haksızlıkların üzerine gitmişlerdir. Doğal olarak haksız olanlar bunun karşıt propagandasını yapmışlardır. Ama bilinmelidir ki, bir kişiye ne kadarda uyuşturucu verilirse verilsin, o kişi asla böyle eylemler yapamaz. Aksine uyuşturucu alan kişi hantallaşır.


Hasan Sabbah’ın Alamut kalesini koruması, bu kaleye en güçlü ordunun dahi girememesi günümüzde dahi gıpta ile bakılan, hayranlık duyulan bir olaydır. Nasıl olurda bir fedai gözünü kırpmadan eylem gerçekleştirmiştir? O fedai nasıl bir eğitimden geçmiştir? Hasan Sabbah nasıl taktikler geliştirip, stratejisini uygulayıp, kaleyi güçlü ordu karşısında korumuştur? Bütün bunlardan yola çıkarak, Hasan Sabbah’ın etkileme gücü, bilinci, askeri dehası, örgütlenme stratejisi günümüzde hayranlık uyandırıyor.

[Yazının Devamı...]

Mata Hari

2 yorum



Hollandalı olan Mata Hari'nin asıl adı Margaretha Geertruida Zelle'dir. (d. 7 Ağustos 1876, Leeuwarden - ö. 15 Ekim 1917 Vincennes) I. Dünya Savaşı yıllarında,dansçı kimliği altında Almanya hesabına çalışan casus.Mata Hari'nin ismi Malay dilinde şafağın gözü anlamına gelir.
Hollandalı bir işadamının kızı olup, okul çağında bir manastırda eğitim gördü. 18 yaşındayken Hollandaordusunda görevli İskoç asıllı bir subay ile evlendi. Kocasının vazifesi sebebiyle bir müddet Amsterdam'da, bir süre de Java adasında bulundu. Hollanda'ya döndükten sonra kocasından ayrılarak Paris'e yerleşti. Burada dansetmeye başladı ve kısa sürede meşhur oldu. Şöhreti Paris, Londra, Viyana, Berlin ve Roma gibi Avrupa şehirlerine yayıldı. Bu ülkelerin hükümetlerinde görev yapan önemli kişilerle yakınlık kurdu.
Almanlar, Mata Hari'yi Alman Gizli Servisine aldı. I. Dünya Savaşı'ndan birkaç yıl önce Almanya'nın Löerrachşehrindeki Alman Espionaj Okulu'nda casusluk üzerine eğitim gördü. Bu arada Berlin polis şefiyle de yakınlık kurdu. Alman Gizli Servisi'ndeki kod numarası H21 olan Mata Hari, 1915'te tekrar Fransa'ya döndü. Fransız Gizli Servisi, Mata Hari'nin Almanlar hesabına çalışan bir casus olduğunu bilmesine rağmen, herhangi bir müdahalede bulunamıyordu. Mata Hari'nin, Fransız ve Hollanda hükümetlerinde nüfuz sahibi kişilerle yakın teması vardı ve hazırlanan tuzaklardan kurtulmayı ustalıkla başarıyordu.
Fransız, İngiliz, Rus subay ve devlet adamlarından topladığı çok gizli askerî bilgileri kızına yazılmış masum mektuplar halinde özel diplomatik kurye ile Paris'ten Almanlar'a ulaştırıyordu. Alman askerî ve denizcilik istihbarat başkanlarıyla toplantılara katıldığı Madrid'den Paris'e döndükten sonra, 13 Şubat 1917'de tutuklandı. Yıllardır hakkında toplanan belgelerin en önemlisi, son Madrid seyahatinde Madrid elçiliğinden Alman askerî merkezine kendi kodu (H21) ile gönderdiği ve yolda ele geçirilen telgraftı. Madrid dönüşü alacağı 15.000 İspanyol Pezosu tutarındaki çek, tutuklandığı zaman üzerinde bulundu. Bir diğer delil de, 1915'te Fransa'ya dönmesinden önce Alman Gizli Servisi'nden aldığı 30.000 marklık senetti. Mahkemenin söz konusu paralarla ilgili suçlamasını, "Hediye aldım" diyerek reddeden Mata Hari, kuvvetli delil bulunamamasına rağmen idama mahkûm edildi ve 15 Ekim 1917'de kurşuna dizildi.
İdama giderken gayet soğukkanlı olan Mata Hari, "Bu Fransızlar beni öldürmekle ne kazanacaklar, savaşı mı kazanacaklar?" diye yanındakilere dert yanmıştır. Kurşuna dizilirken gözlerini bağlatmayarak bir cesaret ve soğukkanlılık örneği göstermiştir.
Kaynak: Vikipeda
[Yazının Devamı...]

Ennio Morricone ve Spagetti Westernler

1 yorum
goodbaduglyset

Spagetti Westernler taklit ettikleri Amerikan Western filmlerinden bazı açılardan farklılaşırlar. En önemli özellikleri, istisnaları olmakla birlikte, Amerikan filmlerine kıyasla çok daha düşük bir bütçe ile çevrilmiş olmalarıdır.
[Yazının Devamı...]

Bir efsane Bruce Lee

0 yorum
220px-Bruceleeface 
 
Yeni başladığım bu yazı serisinde kendimce çok fazla tanınmıyan efsane olmuş insanları  kendi penceremden size de aktarabilmek.
Peki kimdir Bruce Lee sağa sola zıplıyan uzak doğu sporlarını çok iyi kullanabilen sadece bir kas yığınımıydı.
Tabiki hayır zaten öyle olsaydı sanırım Cüneyt Arkın ilk dünya starımız olurdu.daha doğrusu en meşhur artisti olurdu artist diyorum çünkü bir kıyaslama yapmak gerekirse galiba dünya sanatçıları ile bizim ülkemizdeki sanatçılarında farkını ortaya koyabilirim. Bu yazıyı okumaya devam ettiğinizde arasındaki farkıda daha iyi anlıyabileceksiniz.
 
Kısaca Bruc Lee’nin hayatına bir göz atıcak olursak,her ikiside opera sanatçısı olan  yarı Alman yarı Çinli bir anne ile Çinli bir babanın çocuğu olarak  annesi hamileyken çıktığı bir turnede Amerika da dünyaya geliyor.ABD vatandaşlığını bu sayede alan küçük Bruce  Çine döndükten sonra Ailesi, Kung Fu öğrenmesini istedi.
6 yaşındayken bile ilerideki hırçın, sert karakterini belli ediyordu. Lee Kung Fu tekniklerini bilinçsiz bir şekilde öğrenmeye başladıktan sonra, 1954'de ünlü Kung Fu Ustası Sifu Yip Man’ının öğrencisi olarak Wing Chun sistemini çalışmaya karar verdi. İlerleyen zamanlarda da Wing Chun sistemine boks çalışmalarını da ekleyerek kendi tekniğini geliştirdi.

bruce-lee-21

Sık sık karıştığı sokak kavgalarından dolayı Çin de  kötü şöhret edinince doğduğu Amerika Birleşik Devletleri'ne geri dönmeye karar verir. Washington Üniversitesi'nin Felsefe Bölümüne yazılır. Bir yandan okula devam ederken, bir yandan da Amerikalılara Çin Kültürü'nün zenginliğini anlatmak için o güne kadar Çinlilerden başkasına öğretilmesi yasak olan olan Kung Fu dersleri vermeye başlar.

Burada geniş bir kitleye, Amerikalılara yabancı olan bu sanatın ne kadar geniş içerikli ve derin felsefeye sahip olduğunu ispatladı.
 
Bir Efsane Doğuyor [ Yazının Devamı ….]
[Yazının Devamı...]

Gizli Kırmızı Kapaklı Defter Sakın Konuşma.

0 yorum
photo_02112009002231_1186
İki elim başımın arasında önümde hesap soruyor kırmızı defter
Hayat artıklarını hapsetmişim üzerine umursamadan
Çılgınkaplanlar üzerine korkmadan yazmışım mesela
Oysa gizlerimi, sırlarımdan bu kadar kolay arındıramam
Şehvet kapıyı çalınca, sevgi demir alıyor ufka doğru

Ah kırmızı defter arada ne kadar çok ertelenmiş hayatartıkları var,
Bakkalın numarası, anneni ara çağrısı ve çoktan unuttuğum bilançolar
Kırık dökük uydurma şiirler gizlemişim aralarına, utanmadan.
Arada bir ağlamaklı umutsuzlukla ‘gel çılgın kaplanlar kulubüne katılalım’ diyorum.
Geceye yalvaran sessiz bir ses tonunda.
Kırmızı defter kendi kendini yiyerek beslenen bir canavar !

Aşk firariyse etil alkol kadar tehlikeli eğlencelik seks
Ölümcül bir kanser yarası ya da kemoterapiden kaçış arası
Bu yüzden mi yaralıruhlar barınağına terk ediyor herkes kendini
Asfalt ya da şoseye ayrılmak zorundaydı benim kaderim
“Herkes kendisi kadar büyüktür” diyordu ergenlik tabelaları
Parmağını yüzüme sallayarak kırmızı kaplı defter
“her yalnızlık kendisini öldürür” dedi bakın yine

belki bir kimsesizlik bilmecesi
“Herkes kendisi kadar yalnızdır di mi ama? Ha ha ha”
Hoşgeldin klişelerin kırmızı efendisi!
Kalite çizgisi yüksek bir affediş oldu hep benimkisi
Bu yüzden altında kaldım biçare kendimin belki.
Kırmızı kitap bilir bizim bilmediklerimizi
Söyler arasıra gizlice çiziktirdiklerimizi

Bana kalsa şehvetin diş izleri yazılabilir hala
Ya da göz ucundan sessizce öpüşlerimi
Kulağına bir sır söylemenin hazzı gizliyken
tenimin ancak kuruyan teri affedebilir beni
Şimdi söyle bana kırmızı defter ne yazmamalıyım
Hala bu kadar gizlerken kendimi,
sana.
Cüneyt Özdemir.
Kaynak:Dipnot.TV
[Yazının Devamı...]

Guernica ve Aranjuez

0 yorum

 guernica (1937) Concierto de Aranjuez .

Çocukluğumda radyoda duyardım İspanya iç savaşı ve kızkardeşini arayan bir delikanlının öyküsünü anlatan Rodrigonun en mükemmel eseri.Öyle bir eser ki her dinlediğimde bedenim sarsılıyor; bir sonsuzluk hissi sarıyor tüm vücudunu yok oluyorsun dünyada, yada dünya senin içimde yok oluyor çok farklı bir şey.

Bu parçanın ne kadar güzel olduğunu anlatmaya çalışmak, sanırım yapılacak en budalaca şey olacak çünkü bu anlatılamaz gereksinim duymayacak kadar GÜNEŞ.

Ancak bu kadar güzel anlatılabilir bir duygu ve ancak bu kadar güzel bir yapıt ortaya konulabilir ki sanatı evrensel ve kalıcı kılan da sanırım bu olsa gerek.

Şiddetli lodos vardı bu gün İzmir’de zeytin agaçlarının  yanından geçerken üzerinde durmaya çalışan insanlar uçuşan yapraklar yani hayat daha bir zordu bu gün.

İşten gelmişsin yorgunsun bir bardak demli çay ve dinlenmek için daha ne olsun ki.

 

 "Ağlama angelita, bu akşam ya sana bir ev alacağım ya da yasımı tutacaksın!"

Bu parçayı dinlerken yıllar önce okuduğum bir kitabın girişindeki ithafı hatırlıyorum: "ağlama angelita, bu akşam ya sana bir ev alacağım ya da yasımı tutacaksın!" O kitap da ispanya iç savaşını anlatıyordu efsanevi boğa güreşçisi El Cordobes'in yaşam öyküsüydü. aslında çok çekici miydi o öykü diye düşünürüm bazen. çünkü romanın kahramanı El Cordobes Franko faşistlerinin yanından hiç ayrılmamıştı ömrünce.

Bizzat Franco'nun ayrıcalıklı dostuydu. Üzerine İspanyol demokrasisinin kanı bulaşmış mıydı acaba? ileride,çok sonraları bunu hep düşündüm.

Birde Guernica eşittir Aranjuez oldu hayatımın bir yamacında hep.

[Yazının Devamı...]

Bir Babayla Oğulun Hikayesi 2

0 yorum

Kalp Kırıkları

civi-akPaylaşmak istediğim bu hikaye gerçekten çok anlamlı ve güzel bir hikaye bir baba ve onun sinirlenince çevresindeki insanların kalbini kıran bir oğulunun hikayesi.

Adamın çok sinirli asabi bir oğlu varmış çok çabuk sinirlenir sinirlendimi de kendi çevresindeki insanların kalbini kırarmış .Tabi adam evladının bu durumunda çok rahatsız olurmuş. Buna bir son vermek için oğluna bir ders vermek istemiş. Bir torrba çivi bir çekiç ve bir tahta paçası ile birlikte oğlunu yanına çağırır oğluna oğlum senin ile bir anlaşma yapıcağız der ve anlatmaya başlar bundan sonra kendini her kaybettiğinde sinirlendiğinde  çevrendeki insanların kalplerini kıracağına bu tahtaya bir çivi çakıcaksın der .

Oğlu babasının söylediklerinden hiç bir şey anlamasa da babasını çok sevdiği için tahta ile çivileri alıp babasının söylediklerini kabul eder.

Adamın oğlu ilk gün kendini 48 defa kaybeder sinirlenir ama babasına söz verdiği için sinirlenip kızdığında kimsenin kalbini kırmayıp her defasında tahtaya bir çivi çakmış ilk günün sonunda tahtada 47 çivi varmış .Oğlu kendini 47 defa kaybetmiş ama babasını dinleyip kimsenin kalbini kırmamak için her seferinde tahtaya bir çivi çakmış.

İkinci gün tekrar aynı şekilde sinirleniyor fakat kimseye bir şey söylemiyor ve tahtaya 43 çivi çakıyor bu bir kaç gün böyle devam ediyor adamın oğlu bir gün bakıyor kendini kontrol etmek tahtaya çivi çakmaktan daha kolay geliyor. ve diğer gün tahtaya hiç bir çivi çakmıyor .

Tahtayı babasını götürüyor ve tamam baba artık kendimi kontrol etmeyi öğrendim diyor .Babası çivilerle dolu tahtayı göstererek aferin oğlum der ve bundan sonrada senden istediğim kendini kontrol ettiğin her gün için o tahtadan bir çivi çekmen.

Çoçuk yine bişe anlamasa da babasının sözlerini dinleyerek kendini kontrol ettiği her gün için tahtadan bir çivi çeker günler aylar böyle geçip gider çocuk artık sinirlenip kızdığında sevdiği insanların kalbini kırmıyordur ve kendini kntrol etmeyi öğrenmiştir artık.

Bir gün tahtada hiç bir çivi kalmaz .Tahtayı babasına götürerek bak baba artık kendimi kontrol edebiliyorum ve tahtada hiç bir çivi kalmadı der. Babası oğluna tahtayı göstererek o tahtanın üstündeki çivi izlerini görüyoryormusun der. Çivileri çekip çıkarsan da mutlaka çivilerin tahtadaki yaraları kalıyor.Şimdi o izleri yok edebilirmisin diye sorar çocuk onu nasıl yapıcam baba bu imkansız der.Adamda  İşte senin de yaptığın buydu oğlum her kendini kaybedişinde sevdiğin insanların kalbine bıraktığın yaralar bunlar.

[Yazının Devamı...]

Yasemin Bozkurt geri dönüyor .muş , dönmüş .

1 yorum

ayas Haber sitelerinde okuduğum bir habere göre ülkemizin güzide sunucularından Yasemin Bozkurt gene ülkemizin güzide ve eşi benzeri bulunmaz televizyon kanalı olan  Flash Tv de yeni bir program yapmaya başlamış.

Programlarına "parçalanmış aileler, parçalanmış geçmişler, üzülen anneler görüyoruz sayın izleyiciler..." diye başlan Savaş Ayın dişi versiyonu ülkemizin güzide kadın programcısı Yasemin Bozkurt  geçirdiği estetik ameliyatlar sonrasında tekrar sahnelere geri dönüyormuş,

gunduz saatlerindeki programinda, showtv ana habere konu olmalarina ramak kalmis aileleri konuk ederek canli yayinda onlari birbirine sokan, sozde dert dinler gibi gorunup, nasihat vermekten kacinmayan tv insanı. programa katilanlarin ne kadari duzmecedir, ne kadari gercekten sorunludur bilemem. her programda birer adet tecavuze ugramis ve ailesi tarafindan reddedilmis kiz ile esi tarafindan aldatilmis, tercihen terkedilmis kadin cikaran, sonra tecavuz magduru kiza "arkadasina guvenme, saf misin, git simdi ailenin yanina" ve terkedilmis kadina da "sacini tara, banyo yap, makyaj yap, kocani elinde tut" diyen sunucudur kendisi. son zamanlarda kadini ezen tv programlarinin kralicelerinden biri, ve o da bir kadin.

medyumlar hortlamıştı bir dönem ekranlarda. "gelecekten haber veriyorum, böyle böyle olacak." diye, yasemin hanım da onlara özenmiş olacak ki; "kocanla barıştıracağım seni, hiçbir şey olmayacak. ben güvence veriyorum" diye medyumluk tarafını konuşturdu. hem geleceği görüyor hem güvence veriyordu kadının birine ta ki 14 yaşındaki oğlu tarafındandan vurulana kadar.

şimdi affınıza sığınarak Türkçe’yi yanlış kullanmak istiyorum.birileri artık bu İNSANLARI durdursun.Ekranımızda bu insanları görmek istemiyoruz.

[Yazının Devamı...]

Baba ve Oğul : Karga

0 yorum
karga 80'ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen -45 yaşında ve saygın bir işi olan- oğlu salonda oturuyorlardı. Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu: - Bu ne oğlum? Oğlu şaşkın, cevapladı: - O bir karga baba. Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu: - Bu ne oğlum? Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı: - Baba, o bir karga. Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu: - Bu ne? Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü: - O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?! Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti:
- Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?! Babası -yüzünde hâlâ bir gülümseme- yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hâtıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümseye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi: 'Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanıbaşımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu...' Yaa işte Anne yada Baba olmadan kimse sabırlı bir insanım demesin :)
[Yazının Devamı...]

Çiçekle ve Su

1 yorum
cicek_ve_su Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri arkadaşlık olarak devam eder bu durum. Tabi ki zaman lazımdır birbirlerini tanımak için. Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki suya aşık olmuştur. İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar "Sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlar, zanneder ki, çiçeğe aşık oldum ama su da ilk defa aşık oluyordur. Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba "Su beni sevmiyor mu?"
diye düşünmeye başlar. Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz. Çiçek, suya "seni seviyorum" der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine suya "Seni seviyorum" der. Su, sabırla "Ben de" der. Çiçek sabırlıdır, bekler, bekler, bekler... Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa. Ve son kez suya "Seni seviyorum" der. Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum" der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık.
Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin. Yataklardadır artık çiçek, su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine.. Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki "Seni ben, gerçekten seviyorum". Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır "nedir sorun" diye...Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Muayeneden sonra şöyle der doktor "Hastanın durumu ümitsiz, artık elimizden bir şey gelmez". Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora "Hastalığı nedir" diye. Doktor, yukarıdan aşağıya bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum...Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der. Ve anlar ki artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir...
[Yazının Devamı...]

Kırlangıçlar Altı Ay Yaşar

1 yorum

kirlangic_1

Zamanın birinde yalnız yaşayan bir adam varmış.
Hiçbir dostu , kapısını çalacak bir komşusu da yokmuş.
Dört duvar arasında yaşayıp gidermiş tek başına...
Adamın bu yalnızlığını dışarıdan izleyen bir kırlangıç
Çok içerlemiş adamın bu haline.
Uzaktan uzaktan onu sevmeye başlamış.
Ve bir gün penceresinin camını tıklatmış adamın.
Adam şaşkınlıkla camı açmış
Ve sormuşNe istiyorsun? diye.
Kırlangıç "beni evine al , seninle yaşayayım" demiş.
Adam şiddetle reddetmiş ve kapamış pencereyi.
İkinci gün kırlangıç yine gelmiş adamın penceresine."Lütfen beni evine al , ister bir kafese koy , ister elinde sev , okşa , çünkü ben seni seviyorum" demiş.
Adam yine aynı inatçı eda ile reddetmiş kırlangıcı.
Ve üçüncü gün kırlangıç yine konmuş pencereye.
Aynı yakarış:
"Bak" demiş adama kırlangıç.
"Artık havalar soğudu sıcak ülkelere göç edeceğim.Bu sana son gelişim.Altı ay oralardayım,burada olmayacağım,
Lütfen al beni evine , ister kafese koy , ister elinde sev okşa
Ama reddetme beni çünkü ben seni seviyorum.
Adam soğuk bir edayla:
Nasıl alayım seni evime, konu komşu ne der.
bir kırlangıç bana aşık;olurmu böyle şey demiş ve yine kapamış pencereyi.
Ve kırlangıç uçmuş gitmiş.
...
Aradan bir zaman geçmiş...
Adamın gözü gelip giden kırlangıcı arar olmuş.
Arada bir de olsa ona gelen biri vardı zira.
İlk defa ona bir kuşda olsa birileri "seni seviyorum&" demişti.
Bu sihirli iki kelimeyi başka hiçbir kimseden duymamıştı.
Şimdi hepten yalnız kalmış ve yaptığından pişmanlık duymuş.
Bekler olmuştu kırlangıcın yolunu.
Bir ay geçmiş , iki ay geçmiş derken altıncı ay da geçmiş
Ve havalar ısınmış.
Adamın gözü ufukta kırlangıç sürülerini arar olmuş&.
Nihayet sürüler gelmeye başlamış ve adam pencerede
Sürülere bakıp kırlangıcını aramaya başlamış.
Bir tane geçmiş..ikisi üçü derken kendi kırlangıcı yokmuş aralarında.
Son bir kırlangıç kalmış sürünün sonunda ve adam heyecanla
Sormuş kırlangıca:
Sizden bir arkadaşım vardı,beni seviyordu pencereme gelirdi..
benimle yaşamak istiyordu,nerede göremedim onu sürüde.
Kırlangıç sormuş.Ne zaman oldu bu olay?
"Altı ay önce" diye cevaplamış adam.
Kırlangıç "o zaman siz kırlangıçlarla ilgili gerçeği bilmiyorsunuz.
Kırlangıçlar altı ay yaşar"...

[Yazının Devamı...]

İvan Petroviç Pavlov ve Kosullu refleks kavramı

0 yorum

Mikhail Nesterov - Portrait of Ivan Pavlov

Kosullu refleks kavraminin gelistirilmesini saglayan arastirmalariyla taninmis rus hekim ve fizyoloji bilginidir. sildirim salgilari uzerine calismalarindan oturu 1904 noben fizyoloji ve tip odulunu kazanmistir. pavlov 1898-1930 yillari arasinda yuruttugu calismalarla kosullu refleks yasalarini ortaya koydu. 1930'lardan baslayarak tepkisel kosullanmanin yasalarini insanlar uzerinde uygulamaya calisti. pavlov, karmasik bir durumu deneyin basit ilkelerine indirgeyebilme yetenegiyle kosullu refleks kavramini gelistirmistir. zihinsel surecleri bilimsel olarak incelemenin ancak bunlari olculebilir fizyolojik niceliklere indirgemekle gerceklesebilecegini savunmustur.

İvan Petroviç Pavlov (Rusça: Иван Петрович Павлов) (d. 14 Eylül 1849 Ryazan – ö. 27 Şubat 1936 Leningrad) Rus fizyolog, psikolog ve hekim.

Fizyoloji ve psikoloji alanındaki çalışmaları ile psikofizyoloji ve deneysel psikoloji alanlarını derinden etkiledi. Bu nedenle her iki bilim dalının kurucularından sayılır. Leningrad Fizyoloji Enstitüsü'nün başında bulunarak çalışmalarını sürdürdü. Şartlı reflekslerin doğası ve işleyişi konusundaki buluşu, tüm araştırmaları öğrenme alanına yöneltti. Pavlov laboratuvarda mide üzerine bir çalışma yaparken bir şeyi farketmiştir. Köpek daha et verilmeden önce ayak seslerini duyduğunda salya akıtmaya başlamıştır. Bu olaydan sonra Pavlov çalışmalarını bu yöne doğru geliştirmiştir. Pavlov'un köpekler üzerinde yaptığı klasik koşullanma deneyleri ünlüdür. Köpeğe ilk olarak birkaç kez zil çalınır. Fakat köpek tepki vermez. Sonradan et verilir. köpeğin salyaları akar. Sonra et ile birlikte zil çalınır. Daha sonra et verilmediği halde zil çalındığında köpeğin ağzının suyunun aktığı görülür. Şartlı ya da şartlandırılmış refleks denen olay da budur. Pavlov, bu davranışın, psikolojik etkinlikle özdeş olan yüksek düzeyde sinir etkinliğinin belirtilerinden biri olduğunu öne sürer ve psikoloji alanında geçerli tek yaklaşımın deneysel yöntem olduğunu vurgular. Pavlov, bu alandaki çalışmalarından ötürü 1904 yılındaNobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü'nü kazandı.

[Yazının Devamı...]

Güç Nedir ?

0 yorum

Güçlü insan tanımında çok değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bugüne kadar sakin/ sessiz, kendi halinde, başkalarını incitmekten çekinen insanlar zayıf görülmüş, vurup kıran, iri yapılı insanlar da güçlü olarak tanımlanmıştır. Ayrıca para gücüyle istediğini yapabilen varlıklı insanlara da hep güçlü insan denmiştir.

Oysa modern psikoloji bu konuda farklı bir görüş ileri sürmüştür. Artık hırçın, kırıcı, çabuk sinirlenen ve herkesle kavga halindeki insanlar güçlü kabul edilmemektedir. Bu tür insanlar da ellerindeki güç faktörlerini kaybetme telaşı içindedirler. Onların da korkulan, güvensizlikleri ve endişeleri vardır. Korku ve endişe içinde olan kişi güçlü olabilir mi?

Güçlü insan, hiçbir şeyin eksikliğini duymayan, kendisine güvenen ve gelecekten korkmayan kişidir. Onun dışındaki gelişmeler ne olursa olsun, o bu gelişmelerden etkilenmez. Başkalarını yıkıma uğratan olaylar onun moralini bile bozmaz. En büyük sorunlar karşısında bile bir çıkış yolu olabileceği bilincindedir. Bağımlılıklarından kurtulmuş ve gerçek anlamda özgürlüğe kavuşmuştur.

Zayıf insan ise her zaman güçlü görünmeye çalışır. Bu şekilde zayıflıklarının üstünü örtmek ister ve övülmekten hoşlanır. Zayıf insanların hiç dayanamayacakları şey eleştiridir. Çünkü çevrelerinde hep iyi tanınmak isterler ve kendilerine önem vermeyen kişileri de her yerde küçük düşürmeye çalışırlar.

Güçsüz insanlara hatalarını kabul ettirmek imkansızdır. Herkesin hata yapabileceğinin farkında değildirler. İnsan gelişmek ve ilerlemek için hata yapmak durumundadır oysa. Güçlü insan bu gerçeklerin farkında olduğu için hata yapmaktan korkmaz. Kendi hatalarını söyleyeni sever, hata yapanı mazur görür. Hatayı gelişmenin şartı olarak kabul eder ve yaptığı hatadan ders alması için karşısındakine fırsat verir.

Güçsüz insanlar ise, her şeye hakim olmak, herkes tarafından takdir edilmek ve başkalarından sürekli iyi yönlerini duymak isterler. Sürekli huzursuzluk içinde yaşadıklarından, her yerde huzursuzluk kaynağı olurlar. Çünkü kıskançtırlar.

Güçlü insan öfkesini yener. Zayıf insan ise sık sık öfkeye kapılarak itibarını kaybeder ve kendini küçük düşürür. Herkesi ve her olayı kişiliğine yönelik bir tehlike olarak görür.

Güçlü insan sevgi dolu, mutlu ve başarılıdır. Zayıf insan ise Don Kişot'vari hayali düşmanlarla mücadele ederek ömrünü mutsuz bir şekilde tüketir.

Güç, hayatı algılama tarzındadır.

Kimi insanlar, başkalarının davranışlarına göre yönlerini tayin ederler ve hayâli düşmanlarla savaşmakla ömür tüketirler. Başkalarının da kendileri gibi düşünmelerini isterler; üstelik kendileri gibi düşündürtmenin yöntemini de bilmezler. Tartışarak insanları ikna edeceklerini sanırlar, ama tartışma yönteminden de haberleri yoktur.

Tartışma yoluyla ikna mutluluk üretmez. Çünkü kişinin karşısındaki insanların kırılmasına yol açar.Tartışmayla işe başlamak her zaman zarar doğurur. Eğer tartışmayı açan kazanırsa, karşısındaki kırılmış, gücenmiş olur. Bir bakıma küçük düşmüş olur. İnsanlar küçük düşürülerek ikna edilmez. Güçlü insanlar başkalarını incitmezler. Tartışmayı açan kaybederse, ortada yine incinme vardır. Bu sefer de tartışmayı başlatan üzülür, rahatsız olur.

Gerçi başkalarının davranışları etkilenebilir, kontrol edilebilir ve yönetilebilir. Güçlü insan etrafındakileri öyle etkiler ki kimse incinmez. Eğer gücün kaynağı eğitim ise bu yöntem çok daha fazla yararlıdır. Bilgi toplumunda güçlü kişi bilgiye sahip olandır. Paraya dayanarak insanları İkna etmeye çalışanlar ise bilgi toplumunda etkili olamazlar.

Eğer tartışmaya girmek zorundaysak, tamamen haklı olduğumuzu iddia etmemeliyiz. Karşımızdakini iyice dinlemeliyiz. En azından Önemsiz konularda onların da görüşünü almalıyız. Önemsiz konulara rıza göstermemiz, önemli konuların kabul edilme ihtimalini arttırır. Zayıf insan, başkalarının görüşlerine derhal karşı çıkar, onlara hiç hak vermez. Böylece çok sert tartışmaların oluşmasına neden olur. En ufak bir farklılığı bile kabul edemez. Oysa güçlü insan farklılıkları olduğu gibi kabul eder ve bu farklılıklardan faydalanmaya çalışır. Dale Carnegie'nin dediği gibi, "iki ortak her konuda anlaşırlarsa, içlerinden biri fazlalıktır." İşte bu zihniyetteki insan güçlüdür.

Bilimsel araştırmalar göstermiştir ki sakin bir şekilde, soğukkanlı olarak ifade edilen gerçekler daha kolay kabul edilmektedir. Yüksek sesle, sinirli bir şekilde, tehdit dolu ve güç gösterisi yapılarak ifade edilen sözler karşımızdakinin egosuna saldırıdır. Egosuna saldınldığını gören kişi artık hiçbir şey dinlemez ve kendini korumaya çalışır. Bu nedenle önce karşımızdakini iyi dinlemeli, karşımızdakiyle aynı düşüncede olduğumuz konuları belirleyerek o konulardan yola çıkmalıyız. Hatalarımız varsa da hemen kabul etmeliyiz ki, karşımızdakinin elinden silahlarını almış olalım.

Samuel Smiles'in dediği gibi, "Her şeyin iyi tarafını görebilmeyi bir alışkanlık haline getirmek, bin sternlik bir yıllık kazançtan daha iyidir,"

[Yazının Devamı...]

Güven

1 yorum
Sandıklarımı dizdiler gökyüzü ne..
'Aç birini! ' dediler..
Seçtim Sarı olanı...
Belli ediyordu kendini boş. İçinden bir şey çıkmadı..
Demek ki önemli olanlar sessiz kalanlar...
Açtım kırmızı yı, özenerek.. İçinden bir kalp çıktı.. İçi dürüstlük dolu...
Sonra pembeyi açtım, heyecan la.. İçinden bir kalp çıktı yine.. İçi sevgi doluydu.. Yine güzel di...
'Hangisi? ' dediler.. Beyaz, dedim...
Onu açtım.. Boş çıkmadı o da.. İçinden bir kalp çıktı..
Güven vardı bu kez...
'Açtıklarından birini seç' dediler.. Düşünmeden 'beyaz'ı seçtim...
Sordular bana: - 'Niçin beyaz? Rengi saflığı, temizliği ifade ediyor diye mi? '
Hayır, dedim..
Güven varsa bir kalp te, o kalp te sevgi de bulunur, dürüstlük de.
[Yazının Devamı...]

Seviyorsan Söyleyeceksin !!!

1 yorum
eller

Bir hikaye analatmak istiyorum çekingen sevdiği kişiye onu sevdiğini söyliyemiyen yanlız bir adamın hikayesi. Hikayemizin kahramanı olan bu adam CD satılan bir mağazasının önünden geçerken içeride tezgahtarlık yapan bir kız görür ve bu kızı çok  beğenir. Tezgahtar kızı daha yakından görebilmek için  mağazaya girerek CDlerin bulunduğu raflardan gelişi güzel bir CD alıp parasını vermek için kasaya tezgahtar kızın yanına gider CDyi paketletip parasını verip çıkar ..

Fakat adam bir türlü bu kızı unutamaz ve kızı görmek için diğer gün tekrar mağazaya gider CDlerin bulunduğu raflardan gelişi güzel bir CD alır parasını vermek için kasaya tekrar tezgahtar kızın yanına gider fakat kıza hiç birşey söyliyemez.
Bu durum bir süre böyle devam edip gider, adam kızı görebilmek için sürekli mağazaya gidiyor bir kaç CD alıp çıkıyormuş fakat tezgahtar kıza bir türlü onu sevdiğini söylüyemiyormuş.


Sonunda adamın canına tak eder artık bu böyle olmaz diyip  en güzeli söylüyemiyorsam bari bir not yazıp bırakıyim oda okuyunca isterse beni arar demiş.Tezgahtar kıza ondan hoşlaandığını altınada telefon numarasının olduğu bir not yazıp kıza vermek için diğer gün tekrar mağazaya gider bir CD alır CD nin parasını verirken yazdığı notu çaktırmadan kasananın bir yerlerine iliştiririp evine geri döner.


Adam tezgahtar kızın aramasını beklemeye başlar.
Bir gün geçer tezgahtar kız aramaz. Diğer gün olur tezgahtar kız gene aramaz adam artık umudunu keser.
3. gün olur tezgahtar kız kasanın bulunduğu masanın üzerini temizlerken adamın bıraktığı notu bulur notta yazanları okuduktan sonra hemen telefon açar, telefonu adamın annesi açar tezgahtar kızda nottaki ismi söyleyerek görüşmek istediğini söyler kadın kızım aradığın kişi oğlumdu fakat oğlum dün trafik kazası geçirdi öldü der. Kız çok üzülür teyzeciğim  benim oğlunuzda CD lerim vardı onların benin için manevi değerleri büyük gelip alabilirmiyim der kadında tabi kızım gel al der..


Tezgahtar kız adamın evine gider adamın annesiyle birlikte adamın odasına girerler dolabı açarlar CDlerin hepside ilk alındıkları gibi paketleri bile açılmamış bir şekilde gelişi güzel oraya atılmışlar.


Kız ağlayarak  CDlerin paketlerini  açmaya başlar açdığı CD paketlerden birer tanede not çıkıyormuş. Adam her CD alışında kızda ona bir not  yazıyormuş..oda adamdan hoşlanıyor fakat bir türlü ona onu sevdiğini söylüyemiyormuş..

[Yazının Devamı...]

Herşey güzeldi! Herşey masal gibiydi! Herşey yaşanacak gibiydi! Herşey şimdi sadece hiçbirşeydir.!

0 yorum

HANGİ KELİMELERLE ANLATSAM SENİ, KENDİME YENİLİŞİMİ...
HANGİ CÜMLELER ANLATİRKİ; İÇİMDE KALMIŞ YARIM HİKÂYEYİ...
YAZIKTI ASLINDA... SANA DA BANA DA...
KENDİMİ KAYBETMİŞTİM BEN,
YÜREĞİMLE AKLIM ARASINDA SIKIŞIP KALMIŞTIM...
HEP SANA CIKTI BİLMEDİĞİM YOLLAR,
HEP SENİ ANLATTI BÜTÜN ŞARKILAR,
SANA HARCANDI YASADIĞIM BÜTÜN ZAMANLAR...

NASIL OLUR Kİ?
İNSANİN VERDİĞİ SEVGİYE KARSI BÖYLE HÜSRAN YASAMASI,
HANGİ MANTIĞA SİGAR Kİ?

BEN ANLASAM.
BEN SEÇMEDİM BU AYRILIĞI!
BEN DEĞİLDİM ÇIKMAZ YOLLARA SÜRÜKLEYEN BU ASKI...
HEP SENİ SUÇLADIM, TUTAMADIĞIN SÖZLER YÜZÜNDEN.
BEN KENDİME YENİLDİM...
VERDİĞİM SÖZLERİ TUTAMADIĞIM İÇİN..
SANA DEĞİLDİ ASLINDA BU HAYKIRIŞ,
SANA DEĞİLDİ ASLINDA BU NEFRET..
KENDİME KIZDIM BEN HER SEFERİNDE,KABULLENEMEDİĞİM GERÇEKLERE...
AMA BİTTİ YOLUN SONUNA GELDİK ARTIK..
YÜREĞİMİ ÖYLE KANATTIN Kİ BU ACIYLA BÜYÜMESİ İMKANSIZ ARTIK;

SENİN VARLIĞINA İNANAMADIĞIN ASKIM!!!!

EN AĞIR CÜMLELER GELİYOR DİLİMİN UCUNA,
AMA YİNE SANA YENİK, YİNE SENİN KARSINDA KONUŞACAK BİR YÜREK BULAMIYORUM KENDİMDE....
BELKİ GELİRSİN DİYE BEKLEMİYORUM ARTIK..
SENİN DEDİĞİN GİBİ NEREYE KADAR?
SENİN HER SOKAĞA SİNMİŞ ASK KOKULARINA BEN DAHA NE KADAR DAYANABİLİRİM Kİ?
KİM PAYLAŞMIŞ Kİ SEVDİĞİNİ, BEN İLK OLSAM!!!
DAHA NE KADAR KENDİME HOYRAT DAVRANA BİLİRİM Kİ,
DAHA NE KADAR YABANCI KALIRIM KENDİME, HAYATIN , SENİN GERÇEKLERİNE...
ARTIK YOLUN SONU GELDİ FARKINDAYIM...
SENİ ANLATAN HERSEK BİTMELİ ARTIK...

JERSEYDEN ÇOK İSTEDİM;
SENİN SICAKLIĞINI HİSSETMEYİ,
BELKİ BİR ÇOCUK GİBİ YATIP KUCAĞINA BASIMI OKŞAMANI,
SICAKLIĞINI İÇİME ÇEKMEYİ ÇOK İSTEDİM...
SOKAKLARDA AVAZ AVAZ O DA BENİ SEVİYOR DİYE BAĞIRMAK,
TANIDIĞIM TANIMADIĞIM HERKESE SANKİ BİR MASAL GİBİ
YASADIĞIMIZ DEĞİL,YASANMASINI İSTEDİĞİM ASKIMI ANLATMAK İSTEDİM...
BİLİYORUM BELKİ ÇOK ÇILGINCA, BELKİ DELİCE YADA APTALCA GELİYOR SANA.
BÖYLE ÇOCUKSU, BÖYLE SAFTI İSTE: YARIM KALMIŞ HİKAYEMİZ...
FARKINDAYIM HAYALLERDE KALMALI,
BİLİYORUM! SENİN HAYALİNİ KURMAM BİLE YASAK OLMUŞKEN BANA,
NASIL İSTERİM Kİ SENİ YANIMDA...
HAKKIM YOKTU BUNA;
BANA HEP BUNU HAYKIRDIN SEN YILLARCA...
SANA VERDİĞİM İLKLER, SANA VERDİĞİM ASK,
KORKUTTU SENİ...
BELKİ HİÇ SEVİLMEDİN BÖYLESİNE.
TEK BENİM DEĞİL AMA SENİN DE CANIN YANDI BU ASKTA.
TEK BEN DEĞİLDİM GECENİN BİR YARISI ELİNDE SİGARA GEÇMİŞE DALAN....
TEK BEN DEĞİLDİM İSTE!!!!
SEN KAZANDIN, BEN KAYBETTİM...
SENİN İSTEDİĞİN BİR SONDU BU.
BEN BÖYLE HAYAL ETMEMİŞTİM AMA
BÖYLE BİR SON YAKIŞMAZDI SANA, BANA , KAYBOLAN ASKIMA....
BU SON YAKIŞMAZDI İSTE...
KAZANDIN İSTE...
YOYUM ARTIK...

GECENİN BİR YARISI,DELİ GİBİ SANA SUSAMAMDA,
ÇIKMAM ARTIK KARSINA.
SENİN İSTEDİĞİN SONU KABULLENDİM.
YAKIŞMAZDI BENİM SEVDAMA AMA YOLUN SONU GELDİ ARTIK.
BELKİ ÇOK ŞEY VAR SÖYLEMEM GEREKEN,
BELKİ HİÇ BİR ŞEY KALMADI SANA ANLATACAK.
BU SON ŞİİR DEĞİL ELBET SENİ ANLATAN.
SEN BİTİRDİN BENİ...
SEN YOKLUĞA CEVİRDİN BU ASKIN YÜZÜNÜ..
BENDE BİTMEZSİN ELBET....
YİNE TEK SEN VARSIN KARANLIK GECELERDE
AMA SESİM SANA GELMEZ ARTIK
SÖZ VERDİM SANA;
EZDİRME DEMİŞTİN KENDİNİ BANA
YOKLUĞUM SENİN YOKLUĞUNLA NASIL MUTLU OLUR BİLMEM AMA
EZDİRMEM KENDİMİ SANA....
SANA ADANMIŞ BİR ASK YÜZÜNDEN KÜÇÜLMEM ARTIK..
» SONUNDA BİTTİ ARTIK...
[Yazının Devamı...]

Bazen sıkılırız her şeyden Evimizden,yaşadığımız şehirden ..

1 yorum
Bazen sıkılırız her şeyden Evimizden, işimizden, yanımızdakilerden, yaşadığımız şehirden ve hatta kendimizden…
Ağır gelir her şey..
Dostun tebessümünden huy kapar hâle gelir, kendimizi hiç çekemeyiz
Hele o zamanlarda aynanın önünden dahi geçmemeye dikkat ederiz Çünkü ne kadar gizlemeye çalışsak ta, o asık suratımız karşımızda durur Ve küseriz aynalara hep doğruları söyledikleri için
Kapılar bıkar bizden sürekli kapalı tuttuğumuz için ve kapatırken elimizin tersiyle hızla ittiğimiz için…
En çok mutfak sever bizi Herkesten kaçarken en çok ona uğrarız
'Bugün canım çok sıkılıyor Ne vardı acaba dolapta?'
'Az önce yedim ama canımın sıkıntısı geçmiyor Biraz daha mı atıştırsam?'
Sıkıntıdan iştahları kesilenler olsa da; onlar da ara sıra uğrar mutfağa Ya bir bardak su, ya da bir elma…
Peki neden kaçarız her şeyden? Neden hep gidilecek yerler düşleriz, gittiğimizde bizleri mutlu edecek;
Ayak değmemiş topraklar, mutsuzluğun olmadığı güzel yerler, kimsenin kimseyi üzmediği ve mümkünse kimsenin olmadığı…
Ve neden kaçarız anlamsızca kendimizden, neden sıkılırız kendi kendimizden?
Siz hiç başarabildiniz mi kendinizden kaçmayı, kendinizi bir yerlerde bırakıp ona dışarıdan bakmayı?
Mümkün mü her şeyi geride bırakıp kaçmak? Belki mümkün yanına bir şey almamak ama aklınızı nerede bırakacaksınız, kime emanet edip;
'Kardeş sen şuna iki üç günlüğüne bak, ben bir kendimden kaçıp geleyim' diyebileceksiniz?
Nasıl kaçabileceğiz kendimizden? Kendimize görünmemek için nereye saklanacağız?
Bir sürü soru sorulabilir bu konuyla ilgili Ama biz bu konunun nedenlerinden birkaçıyla ilgilensek yeter
Mesela, insanların neden kaçmak istediklerini açıklayabilsek, kendilerinden neden sıkıldığını anlatabilsek ne hoş olur ne çok soru işareti yok olur değil mi?
Ben de bazen düşünürüm kaçmayı sıkıldığımda yaşadığım şehirden Ya yorulmuşumdur okula gitmekten, ders çalışmaktan, ya da birkaç sorun ne kadar dayanabileceğimi deniyordur
Kendimden kaçmak istediğim zamanlara gelince; işte onu nasıl anlatsam?     Kendime anlatamadığım şeyleri size nasıl anlatabilirim?
Nasıl anlatırım aklımın hayır dediklerine gönlümün evet demesiyle yaşadığım iç savaşı?
Nasıl anlatırım gönlüme hep evet deyişimle ona yenilişimi?
Nasıl anlatırım ilk defa karşılaştığım bir durum karşısında ne yapacağımı şaşırıp yanlışı seçişimi?
Bu kadar mazeret yeter mi kendimden kaçmam için, yaşadığım yere küsmem için?
Ne kadar istediysem kaçamadım bir türlü kendimden Nereye gitsem geldi peşimden
Ne bir emanetçi bulabildim aklımı, sıkıntılarımı bırakmak için ne de bir çözüm buldum kaçabilmek için
Ne zaman kaçmak istesem çıktığım her yolda kendimi buldum Sanki bir şeyleri anlamam isteniyormuş gibi
' Benden kaçışın imkansız' diyen bakışlarıyla göz göze geldim kendimin
İşte o zamanlarda anladım kaçamayacağımı ve çözüm için sadece kendime başvurabileceğimi
O gün bu gündür ne zaman kaçmak istesem kendimden kaçarım yine kendime
Çünkü anladım artık her şeyin çözümü sadece benim elimde…


Bazen sıkılırız her şeyden Evimizden, işimizden, yanımızdakilerden, yaşadığımız şehirden ve hatta kendimizden…
Ağır gelir her şey Şimdi kim kalkıp odasını toplayacak, kim kalkıp okula gidecek deriz
Dostun tebessümünden huy kapar hâle gelir, kendimizi hiç çekemeyiz
Hele o zamanlarda aynanın önünden dahi geçmemeye dikkat ederiz Çünkü ne kadar gizlemeye çalışsak ta, o asık suratımız karşımızda durur Ve küseriz aynalara hep doğruları söyledikleri için
Kapılar bıkar bizden sürekli kapalı tuttuğumuz için ve kapatırken elimizin tersiyle hızla ittiğimiz için…
En çok mutfak sever bizi Herkesten kaçarken en çok ona uğrarız
'Bugün canım çok sıkılıyor Ne vardı acaba dolapta?'
'Az önce yedim ama canımın sıkıntısı geçmiyor Biraz daha mı atıştırsam?'
Sıkıntıdan iştahları kesilenler olsa da; onlar da ara sıra uğrar mutfağa Ya bir bardak su, ya da bir elma…
Peki neden kaçarız her şeyden? Neden hep gidilecek yerler düşleriz, gittiğimizde bizleri mutlu edecek;
Ayak değmemiş topraklar, mutsuzluğun olmadığı güzel yerler, kimsenin kimseyi üzmediği ve mümkünse kimsenin olmadığı…
Ve neden kaçarız anlamsızca kendimizden, neden sıkılırız kendi kendimizden?
Siz hiç başarabildiniz mi kendinizden kaçmayı, kendinizi bir yerlerde bırakıp ona dışarıdan bakmayı?
Mümkün mü her şeyi geride bırakıp kaçmak? Belki mümkün yanına bir şey almamak ama aklınızı nerede bırakacaksınız, kime emanet edip;
'Kardeş sen şuna iki üç günlüğüne bak, ben bir kendimden kaçıp geleyim' diyebileceksiniz?
Nasıl kaçabileceğiz kendimizden? Kendimize görünmemek için nereye saklanacağız?
Bir sürü soru sorulabilir bu konuyla ilgili Ama biz bu konunun nedenlerinden birkaçıyla ilgilensek yeter
Mesela, insanların neden kaçmak istediklerini açıklayabilsek, kendilerinden neden sıkıldığını anlatabilsek ne hoş olur ne çok soru işareti yok olur değil mi?
Ben de bazen düşünürüm kaçmayı sıkıldığımda yaşadığım şehirden Ya yorulmuşumdur okula gitmekten, ders çalışmaktan, ya da birkaç sorun ne kadar dayanabileceğimi deniyordur
Kendimden kaçmak istediğim zamanlara gelince; işte onu nasıl anlatsam? Kendime anlatamadığım şeyleri size nasıl anlatabilirim?
Nasıl anlatırım aklımın hayır dediklerine gönlümün evet demesiyle yaşadığım iç savaşı?
Nasıl anlatırım gönlüme hep evet deyişimle ona yenilişimi?
Nasıl anlatırım ilk defa karşılaştığım bir durum karşısında ne yapacağımı şaşırıp yanlışı seçişimi?
Bu kadar mazeret yeter mi kendimden kaçmam için, yaşadığım yere küsmem için?
Ne kadar istediysem kaçamadım bir türlü kendimden Nereye gitsem geldi peşimden
Ne bir emanetçi bulabildim aklımı, sıkıntılarımı bırakmak için ne de bir çözüm buldum kaçabilmek için
Ne zaman kaçmak istesem çıktığım her yolda kendimi buldum Sanki bir şeyleri anlamam isteniyormuş gibi
' Benden kaçışın imkansız' diyen bakışlarıyla göz göze geldim kendimin
İşte o zamanlarda anladım kaçamayacağımı ve çözüm için sadece kendime başvurabileceğimi
O gün bu gündür ne zaman kaçmak istesem kendimden kaçarım yine kendime
Çünkü anladım artık her şeyin çözümü sadece benim elimde…
[Yazının Devamı...]

Joaquín Rodrigo Vidre

0 yorum

Rodrigo

Joaquín Rodrigo Vidre ( 22 Kasım 1901 — 6 Temmuz 1999), klasik müzik bestecisi ve piyano virtüözü.
Erken bir yaşta kör olmasına rağmen, büyük başarılar kazandı. Rodrigo’nun, ünlü bestecilerin arasında, klasik gitar çalışmalarının en özel olduğu düşünülür. Rodrigo’nun Gitar Konçertosu olarak da bilinen Concierto de Aranjuez, isimli repertuarı İspanyol müzik ve gitar konçerto arasında önemli sayılır.


Valencia, Sagunto’da doğdu. Difteriye yakalandıktan sonra yaklaşık üç yaşında görme yetisini kaybetti. Sekiz yaşında solfej, piyano ve keman eğitimine başladı. On altı yaşında armoni ve kompozisyon dersleri aldı. Beklenilenin aksine, gitar repertuarları için evrensel bir müzik aleti olarak saygınlık kazanmış, İspanyol gitarlarını hiç bir zaman çok iyi çalamadı.
19 Ocak 1933’de , Valencia’da, Türk piyanist Victoria Kamhi ile evlendi. 27 Ocak 1941’de kızları Cecile doğdu. Rodrigo 1999’da, 97 yaşında, Madrid’de öldü. Kendisinin ve eşinin mezarları Aranjuez mezarlığındadır.

[Yazının Devamı...]
 

Çekmece Notları Design by Blogger Modifiye © 2009